Translate

14 Mayıs 2007 Pazartesi

IVF VE YAŞADIKLARIMIZ







Tıp Dilinde IVF deniyor. Açılımı (İn Vitro Fertilization),tüp bebek.
Çider Derneği’ ne internet üzerinden ilk kaydolduğum zaman konuşmalar, okuduklarım bana o kadar yabancıydı ki bakıyordum fakat anlamıyordum. Biran gözüm korkmuştu. Konuşmaların hepsi tıp dilindeydi sanki. Doktor sohbetlerinde veya kendi aralarındaki yazışmlarada “ FSH kaç? Sana E2 yapıldı mı? Falanca testin sonucu ne oldu?, rahim filminde ne bulundu?....” aman Allahım ben bir şey anlamıyordum, bilmiyordum. Zamanla FSH ve E2’nin ne olduğunu, rahim filminin ne zaman çekildiğini ve bir sürü teknikle donanmış buldum kendimi. İşin ilginçi bunları öğrendiğimi bile farketmeden, bir anda okuduklarım bana tamamen bildik gelir olmuştu. Hala öğrenmeye devam ediyorum aslında. Geçen eşim, anlattığım birşeyden etkilenip bana, Endometriozis Kistinde oluşan tüp tıkanıklığı ile ilgili bir soru sordu; Ona durumu öyle bir anlattım ki, konunu sonunda kendim bile şaşırmıştım. Vay be dedim kaptım ben bu işi J)))

Bebek özlemi duyuyoruz, uğraşıyoruz ama bebeklerimize kavuşamıyoruz. Hepimiz özünde farklı farklı sorunlar yaşıyor ama hepimiz aynı duyguları yaşıyoruz. Farkettiyseniz benzer demedim, TAMAMEN AYNI. Bazen bu aynılık bizi bile şaşırtıyor. Yaşadıklarımız içinde aynı şeylere tepki gösteriyoruz, aynı şeylere üzülüyoruz, aynı şeylere mutlu oluyoruz.... Birbirimizi sorgulamadan, yargılamadan .....
Yaşadıklarımıza birlikte üzülüyor, birlike seviniyoruz.

Forumlarda birbirimize destek oluyoruz, birbirimizle paylaşıyoruz, birbirimizden öğreniyoruz. Hep sorunlarımızı paylaşmıyoruz tabiki; gülüyoruz, eğleniyoruz da ama bizler aynı şeylerin yaşanmışlığından birbirimizi tanıma evresini o kadar hızlı geçiyoruz ki anlatması zor.....
Hiç bilmediğimiz bir şehre giderken forumlardan bilgi edindiğimiz arkadaşımızla buluşup, sanki 40 yıllık dost gibi sohbet edip. Tatil programını bile birlikte yapacak kadar ilerletebiliyoruz ve bunu sadece bir buçuk güne sığdırıyoruz.....Ve o hiç tanımadığınız kişi sizi kendi ailesinde, aileden biri gibi ağırlıyor. (Trabzonlu arkadaşıma çok teşekkür ederim.)

Aslında olayın en hassas, en hasarlı bölümü ilk öğrenmede ortaya çıkıyor. Şiddetli bir şok, kabullenmeme dönemi (kimileri için), belirsiz ve bilinçsiz yapılan arayışlar, mücadeleye başlayış ve çok şanslı iseniz kazanış. Ama genel anlamda ilklerde bebeğini kucağına alanımız o kadar az ki ....

Genelde deniyoruz, araşıtırıyoruz, tekrar deniyoruz, tekrar araşıtırıyoruz, en ufak bir umut olacak kırıntıyı bile öğreniyoruz, bir çok konuda uzmanlaşıyoruz; bitkisel kürler, hangi bitkinin neye yaradığını, sağlıklı beslenmeyi, pozitif düşünceye sahip olmayı, bilinç altını, duaları ...vs aklınıza gelebilecek herşeyi....

Her deneyiş yıkıcı bir darbe kalbimize atılan. Bitmek bilmeyen 10 gün sonunda negatif haberiyle kendimize ağlayacak, yanız kalacak yerler arıyoruz. Ruhumuz zedeleniyor, başaramamanın verdiği yükle eziliyoruz. Sevdiğimiz kişeye bizden bir parça ortaya koyamamın ezliği bu tabii bir ölçüde ya da torun isteyen anne ve babalarımızı mutlu edememenin ezikliği ya da tanıdıklarınız çocuk sorduğunda vereceğiniz cevabın ezikliği, minik bir bebek gördüğünüzde vereceğiniz tepkinin ezikliği, arkadaşınız hamile kaldığında sizin kalamamışlığınızın ezikliği..... bu böyle uzayıp gidiyor aslında. Dedim ya konu da, biz de çok hassasız.

Tabi tedavi boyunca hormonlarımızın dengesi bozuluyor, vücudumuza müdahale ediliyor... içimizde doğal yollardan olması gereken, bizde dışardan ilaçlarla, laboratuvar ortamında oluşuyor kolay değil tabi...

Çoğu zaman verdiğimiz kararlar arasındaki yanlışlıkları sorgularken buluyoruz kendimizi, seçimlerdeki yanılmalar bizi üzebiliyor. Kariyer için uğraşırken birden hamile olamayacağımızı öğreniyoruz, geç kalmış olabileceğimizi düşünüyoruz ya da evliliğin başındaki bebek kayıplarımıza daha çok üzülür durumda buluyoruz kendimizi ya da evliliğim otursun derken geç kalmış olabileceğimizi farkediyoruz ya da keşke daha erken evlenseydikler....

Ortak yaşanmışların içinde doktorlar, komşular, aileler ve eşler geliyor.

Genel anlamda eşlerden yana çok şanslıyız. Çoğumuzun eşi bu konuda destekçi ve çok hassas davranıyorlar. Çoğu zaman birbirimiz üzmemek adına acılarımızı dışarı vurmuyoruz. Bir çocuk gördüğünde ne düşünüyordur, o baba veya anne olmayı hakediyor diyoruz, bazen de yiyoruz kendi kendimizi ama büyük sınavlar veriyor evliliklerimiz. Genelde mutlu evlileriz biz.

Doktorlardan yana da çok dertliyiz; doktorların bizlere dolar dolar bakmasına dayanamıyoruz. Benim edindiğim izlenim şu yönde bir durum varken hepsi ağız birliği yapıyor ve birbirini destekliyor, desteklemese bile yorum yapmıyor sonuçta aynı branş, camia aynı hepsi genel anlamda birbirinden haberdar, birbirlerini takipci. Zaten hasta ondan memnun olmasa öbürüne gidiyor. Sonuç itibariyle birbirlerinden bir şekilde haberdar oluyorlar bu hasta yoluyla da olsa.... Sözümüz tabi meclisten dışarı arada melek doktorlarımız da var. Yaşananlar o kadar duygusal, o kadar hassas ki zaten bunu anlayan ve gören doktorlar isim yapıyor ve bunları sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor maalesef. Bir süre sonra hasta olan biz bulunduğumuz şehirde, hangi hastanede, hangi doktor neler yapıyor, nasıl davranıyor öğreniyoruz. Aslında bu sorun da zaman içinde öğrenilerek aşılıyor. Tabi olayın bir de maddi boyutunu unutmamak lazım.

Aileler mi? Aslında onlar da bizler kadar üzülüyorlar. Belki de daha çok. Onların durumu kabullenmesi, bizden daha zor oluyor. Bazılarımız üzülmesinler diye ailelerine bile bu konuyu açmıyorlar. Onlar hadi bebek istiyoruz diyince bir sürü oyalama lafı ile geçiştirmeler oluyor, bir de büyük bir acı. Mesela bize hamileliğini açıklayan arkadaşımız veya kardeşimize yarım ağız tebrik edip, ağlayacak bir köşe buluyoruz.

Aileleri bilenler ise ayrı bir durum; bir bakıyorsunuz sizden daha çok üzülen çok sevdikleriniz, kimisi bunu bir dönem sır gibi saklamak istiyor ama durum onlar içinde o kadar zor ki, muhakkak bir konuşmanın içinde buna benzer bir konu görülürse başlıyorlar konuşmaya, sormaya, öğrenmeye....Kimileri problem yokmuş gibi davranıyor, sanki bizim problemimiz yok, hassaslığımız yok ya da kafamızı yastığa her koyuşumuzda düşünülecek ve üzülecek birşey yokmuş gibi. Tabiatın bize verdiği annelik veya babalık güdüsününden eksik olarak yaşıyoruz. Biz bu konuyu o kadar hassas algılıyoruz ki öbür geline hamile olduğunda gösterdiğiniz ilgi belki de bizi eziyor, üzüyor. Kimilerimizin ailesi yakın çocuk kimi bulursa topluyor etrafımıza çocuk özlemimiz geçsin diye .....
Aslında onlar da nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Zamanla bu sorunu da karşılıklı hamlelerle öğrenip durumu atlatıyoruz.

Ama en çok uzak çevremizden dertliyiz sanırım, komşularımızın, aile dostlarımızın ya da çalıştığımız firmadaki hiç muhabetimiz olmayan ama soran, sorgulayan durumundan. Olanlardan şikayetciyiz. Hamile kalamadığınızı söyleseniz çözüm üretiyorlar ya da çok basit birşeymiş gibi davranıyorlar. Saklasanız on saat nasihat çekiyorlar.
İşte bizden yaşanmışlıklar

Birgün yolda bir tanıdığıma rasladım ve bana çocuk sordu, artık bıkmıştım bu sorudan ve ona cocuğum olmuyor dedim sanki bu beni konudan uzaklaştıracaktı, bunu söyleyerek konuşma başlamadan bitecekti. Karşımdaki kişi bana tup dene dedi, denedim olmadı dedim biraz şaşkın, biraz aptalaşmış birşekilde. Birdaha dene....vs bu konuyu yol ortasında konuşmak istemiyordum ama karşımda da tam bir......

Dün akşam meraklı bir arkadaşımı tersledim. Bana telefonda “eee nasıl gidiyor?” dedi. Ben anladım neyi sorduğunu. "bebek konusunu soruyorum" dedi. Ben bişey olursa söylerim dedim.üstelemedi. Ama bir de "sen kafaya çok takıyorsun" diye yorum yapan patavatsızlar da var.

işe giderken serviste sürekli uyuyordum yorgun olduğum bir dönemdi. Birgün bayanın biri servisten başka bir arkadaşa çocuğu var mı diye sormuş. O da yok deyince ne biliyim sürekli uyuyorda gece çocukla uğraşıyor sandım demiş. Önce sinirlendim neler düşünüyor bu insanlar diye sonra keşke bana sorsaydı dedim içimden. Şöyle bir hayal kurdum. Kadın geliyor bana diyor ki "senin çocuğun mu var?” yoooo. "ne biliyim sürekli uyuyorsun da serviste gece çocukla ilgileniyosun sandım bende" diyor. Bende "yok arkadaşım biz sabaha kadar çocuk yapmak için uğraşıyoruz bu nedenle ben uyuyamıyorum geceleri" diyorum ve suratının alacağı şekli düşünüp gülmekten yerlere yatıyorum.

Maalesef insanlar patavatsız. Bana da her ortamda olur olur üzülme, Allah sana da verir, takma kafana diyorlar, daha ağzımı açmadan. Artık insanlara kibarca “bu konuları konuşmuyoruz artık” diyorum. Aslında kime neeeeeeeeeeeeeeee

Sonuçta aramızda her ay hamile olanlara seviniyor, bir sonrakinin kendimiz olmasını diliyoruz. İlginç olan hiç fesatlanmıyor ya da kıskanmıyoruz, sanki kendimiz olmuşcasına mutlu oluyoruz. Sonuçta aramızdaki her hamilelik bizim umudumuzu filizlendiriyor, yeşertiyor.

Ve biz kimmiyiz?.... Birbirine destek olan kocaman bir aileyiz.

6 Mayıs 2007 Pazar

TRABZON'DAN İZLENİMLER

Bu seneye iyi bir başlangıç oldu, uzaklarda gördüklerim kesin leylekti:))

İlk kez uçağa bineceğim için çok heyecanlıydım ama heyecanım Sabiha Gökçen iç hatlara girmemle, yerini hayal kırıklığına bırakmıştı. Oysa ki Kardeşimi Yeşilyurt Havalimanından, her Bakü’ye yolcu edişimde, dış hatlar gözüme büyük bir gizem gibi gelirdi. Başka bir yere gitmenin oluşturacağı ilk adımdı, hareketli ve canlıydı. Oysaki benim ilk hava yolculuğum deniz otobüsüne binme hissinden öteye geçememişti. Tabi ki bunda pilotumuzun inanılmaz deneyiminin yeri de var. Öyle olmasa uçak havalandıktan sonra arkamda fenalaşıp bir önceki uçuşundaki korkusunu atamamış yolcuyu anlamakta güçlük çekmezdim herhalde.

Uçaktan indikten sonra merkezdeki Usta Hotel' e valizlerimiz atıp, kısa bir tur ve biraz da karnımızı doyurmak için dışarı çıktık. Trabzon şehir merkezi, aslında dağın eteğinde, eğimli bir alanda. Kasaba meydanından biraz büyük; merkeze bağlanan caddeler güzel fakat dardı. Ne yiyelim diye düşünürken bir saat geçmiş ve biz sonunda merkezdeki bir restoranta açgözlülüğümüzün de verdiği etkiyle, kaygana adı verilen hamsili bir hamur işini yiyerek bütün geceyi kıvranarak geçirmiştik. Kahvaltıda gündüz gözüyle otelden gördüğüm manzara beni biraz üzmüştü; her yer beton yığınıydı, ne eskinin izleri seçiliyordu ne de yeninin. Oysa ki ben Trabzon' un içinin çok yeşil olacağını düşünmüştüm.
İlk Gün ve Şehir Turu
İlk Durak Ayasofya Müzesi


Merkezden bir minibüsle gidilebilecek mesafedeki müze bir dönemin kilisesiymiş. Sonunda yeşilin ve denizin uyumunu yakaladığımız bir alan bulmuştuk.



Müzenin bahçesinde çeşitli döneme ait mezar taşlarını görebilirsiniz. Müzeyi gezdikten sonra bahçesinde güzel bir çay içmek ve birşeyler atıştırmak için mutlaka vakit ayırın. Oradan minibüse atlayıp eski Trabzon çarşısını gezebilirsiniz.

Müzede edindiğimiz bilgiye göre Trabzon merkezde bir müze daha varmış ama onu genelde Trabzonlulardan bilen malesef yok. Buluncaya kadar merkeze 10 dk mesafedeki yeri 1 saat aradık. Burası eski bir köşk olan binaydı. Müze görevlilerinie durumu anlatınca tatil saatinde bizi gezdirmek konusunda yardımcı oldular. Genel anlamda zaten Karadeniz halkının ne kadar candan olduğunu bilirsiniz ama bu kadar da olabilir mi diyebileceğiniz çok durum yaşıyorsunuz. Minibüscüsünden, müze görevlisine kadar herkes yardım ediyor. Köşkün giriş kısmında 18. ve 19. YY ait mobilyalarla sunuluyor. Oturma Odası, Yemek Odası, Oyun Odası...vs. İnanılmaz bir tavan süslemesi ve mimarisine hayran kalıyorsunuz. Üst kata ise çok uzak olmayan dönemlere ait kıyafetlerin , el yazması Kuran' ların, mihrapların, silahların sergilendiği ufak odalar var. Köşkün alt bölümünde ise Bizans Dönemi ve öncesine ait paralar, takılar, heykeller sergilenmekte.
Öğlen yemeğini Akçaabat' ta denizkenarında bir restoranta köfte yedikten sonra Atatürk Köşkü ve Kızlar Manastırını Gezdik. Kızlar Manastırı henüz restorasyonda olduğu için çok fazla birşey göremedik, restorasyondan sonra epey güzel olacak sanırım. Trabzonu tepeden gören Boztepede bir çayla günü sonlandırdık.
Kızlar Manastırı
Kızlar Manastırı Avlusu
Boztepe


Trabzon turumuzun ikinci gününde Trabzon'daki arkadaşlarımız bizi Maçka'da yeşillikler içinde bir otele kahvaltıya götürdüler. Doğa muhteşemdi kahvaltı da tam krallara layık.
Sümela Manastırı kahvaltı yaptığımız yere yakınmış ve yediğimiz tereyağlarını, balları, mıhlamay ve bol tereyağlı yumurtayı eritmek umuduyla oraya yola koyulduk. Yol boyu akan bir dere, yeşillikler bizi hafif uyku moduna sokmuştu bile. Arkadaşlarımız sayesinde en kestirme yoldan manastıra ulaşmıştık.

Dağın eteklerinden baktığınızda sanki manastırın arkası yokmuş gibi bir izlenim verse de aslında bulunduğu kayalık bölgeye göre oldukca geniş bir arka kısmı bulunuyor. Acaba o dönemde bu yapıyı nasıl yapmışlar diye de düşünmeden edimiyorsunuz. Manastıra gidilen ufak ve dar bir patika boyunca kalın ağaç köklerini ve yabani Sıklamenleri görebiliyorsunuz.




Ben şahsen İstanbul' da saksı içinde görmeye alıştığım bir çiçeğin kayaların arasında açtığını görüp hayretle karşıladım.

İki günlük tatilimiz boyunca gezmenin ve güzel insanlarla hoş vakit geçirmenin tadını çıkartarak; güzel anılarla ve birazda yorgunlukla oradan ayrıldık.

1 Mayıs 2007 Salı

POLONEZ KÖYDE HAFTASONU




Evde canımız çok sıkıldı ve öğleden sonra atlayıp Polonezköy’ e gittik. Polonezköy İstanbul' dan bir saatlik bir mesafede.
Ufak bir meydanı, Kültürevi ve Arıcılık Müzesi var. Etrafta yüksekolmayan evleriyle ve bozulmamışlığı ile sizi büyüleyecek. Sanırım yazın oldukça kalabalık oluyordur ama bu mevsimde çokta yormayan kalabalığı var. Ayrıca 5km bir yuruyuş parkuruda bulunmakta açık havada spor yapmayı sevenler için.
Beykozdan çıkıp Polonezköy’ e yaklaşmaya başladığınızda yeşilin her tonuyla karşılaşmaya başlıyorsunuz. Bu benim ilk gidişimdi ve inanılmaz mutlu oldum .Tabiyat nasıl canlanmış, nasıl yeşermiş, renk renk çiçekler açmış. Bu tarz bir yere nasıl ihtiyacım oldugunu farkettim. Dört duvar arasında yaşarken saksılarda gördügümüz yeşil dışında göz alabildiğince yeşilliğin içine girmek insanı nasıl dinlendiriyor, sanki orda zaman akmıyor durmuş, herşey dingin, sakin ve mutlu görünüyor. Etrafta kovaya taş atarak eğlenen cocuklar, neşeli ve mutlular.Düşünüce ne kadar basıt geliyor insana ama inanılmayacak kadar mutlu ve neşeliler.
Renk renk çiçeklerin olduğu muazzam bahçeler, evlerin hepsi, bahçe içinde, ağaçlara sarmış morsalkım çiçekler.
Biraz öteye baktıgınızda yumurtadan çıkmış minicik civcivler anneleriyle dolaşıyorlar, çam ve çiçek kokusuna karışımış mangal kokusu inanılmazdı....... İstanbul' dan kaçıp tabiyatla başbaşa kalabileceğiniz, kendinizi ve ruhunuzu dinlendirebileceğiniz bir yer

ENDOMETRİOZİS KİSTİ VE DOKTORLARLA YAŞADIKLARIM

Ben bu gün, bir kez daha doktora gittim ve eve geldigimde bunları sizlerle paylaşmak istediğimi farkettim......

2005 yılında çocuk istediğimize karar verince, doktor gittim ,bir nevi genel kontrol gibiydi gidiş amacım... ilk kez o muayinede ögrenmiştim Endometriosiz Kistini. Doktorun söyledikleri beni şok etmişti ne dediğini takip edemiyordum. Aklım da sadece “hamile kalamayacagımı” söyleyen cümleleri kalmıştı. Hamile kalamaya bilirsin diyip, bir sürü detay vermişti ama ben yaşadığım şoktan söylediklerini takip bile edemiyordum. Ağlayarak çıktığımı hatırlıyorum odasından bir kağıda da Endometriosiz Kist’nin yazılışını almıştım eve gelip inceleyecektim, bu arada test yapılıyordu. Bütün gece ağlayarak geçirmiştim iki gün sonra testin sonuçlarını alacaktım ama iki gün geçmek bilmedi. Neyse doktorun söylemesine göre sonuç korkulacak boyutta değildi ama 3 ay sonra bir daha görünmem gerektiğini söyledi.
Tahlillerle birlikte Üsküdar da ailemin çok güvendiği bir doktora daha gösterdik raporu oda korkulacak birşey olmadığını ama tüplerimin tıkalı olabilecegini doktorun adet dönemini konturol etmesi gerektigi söyledi. İşte o an rahatalamıştım ama akıl almak için gittiğimiz doktor bana şuan bildiğim ve o an bilmem gereken hiç bir detayı vermemişti sadece” korkulacak birşey yok ama tüplerinde tıkalı olabilir”.
Ben iyi olmanın verdiği rahatlamayla bir seneyi geçirmiş ve hamile kalamamıştım. Sonunda ailemin ve yakın çevremin yönlendirmesi ile Kadıköy'de çok iyi bilinen bir hastaneye gittim. Bu sefer güvendiğim bir doktor vardı ve oda tam istediğim şekilde olaya yaklaşmıştı. Bir sürü tahlil sonucunda süt hormonlarımın fazla çalışmasından, endometriosiz kistine kadar herşey araştırdı. Buraya kadar herşey çok normaldi ama benim için kabus yeni başlıyordu ve ben bunu o zaman bilmiyorudum. Bana yaşımın 33 olamasından dolayı gebeliği hızlandırmak adına laparoskobi yapılmasının uygun olacagını söylendi, ilaç tedavisinin uzun vadeli bir süreç olduğundan bahsedildi, en fazla iki saatli bir işlemle olayı anlaşılacaktı ve ben iki gün içinde normal hayatıma dönecektim.
Laparoskobi sonuçta iyi geçmişti ve ben bir gün hastanede yattıktan sonra oradan ayrılmıştım. Laparaoskobi sonucunda bir tüpün tıkalı oldunu ve rahmimin karnıma yapışıklığının giderildiğini ögrenmiştim ama kabusum yeni başlamıştı. Geceleri nefes alımıyordun tuvalete çıkarmıyordum garip bir ruh hali içindeydim cumartesi doktorumla telefonla konuştuktan sonra şikayetlerimden bahsedince 4 gün arayla gene hastaneye gittim. Bunu tuvalete çıkamamadan kaynaklı bir dizi şikayet olduğunu söyledi ve bana bir takım ilaçlar verdi. İlaçları içtikten sonra kısmen düzelmiştim ama sonra ki iki gün ateşim 40 derece olunca tekrar doktoru aradım. Artık daha da kötüydüm nefes problemim de çıkmıştı. 3 gün sonra tekrar doktora gittim ve bir dizi tahlilden sonra apar topar beni hastaneye yatırdılar. Ne olduğunu anlıyamıştım bile, doktorun bana anlattığı bu ateşin bir yere vuracagı ama bunu kontrol etmeleri gerektiği idi.( Şuan ise olayın ödemden değil de vücuttaki bağırsaklarda bulunan bir virus yüzünde karın zarı iltahabı geçridiğimi ögrendim ) İlk gece sonunda sabah ki tetkikler sonucunda vücudumda ödem oluştugu ve sağlam olan yurmurtalığımın zarar görmesini istemedikleri için ameliyata alacakları idi, hatta buna 3 doktor konturolünden sonra karar vermişlerdi. Tekrar ameliyat girdim bir hafta arayla iki ameliyat fakat bu sefer gözlerimi yoğun bakımda açtım. Böylece 15 gün süren yoğun bakım sürecim başladı. Sürekli kanlar alınıyor, tahliller yapılıyordu. Her gün rontgen çekiliyordu. Çigerlerim su toplamıştı ve nefes alamıyordum ne kadar kötü olduğumu bilmiyordum ama tuvalete bile oksijen tüpüyle gider durumdaydım. Doktorun biri geliyor bir gidiyordu. sanırım durumun daha kötuleştiği bir dönemde tomografiye ve emar’a sokuldum , ordaki hastabakıcını lafı hala kulaklarımda " canım çok ta gençmiş ....her işinide kendi yapıyor" tabi ben o sıra ölüyor oldugumu bilmiyordum. yaşamın kıyısında ölüme bir adım yakın dururken, insanı bunu algılayamaması çok garip geliyor şimdi. Uzun lafın kısası 15 günlük yogun bakımdan sonra ciğerlerimden cekilen suları, yediğim kan plazmalarını, serumlardan, kanlardan sonra hastaneden çıkmıştım ve eve giderken ağlamaya başlamıştım. Nasıl bir mutluluktu benim için eve gitmek aman allahım. Ben bu olayları yaşarken daha iki ay önce annesini kaybetmiş eşimin halini hiç bilemiyorum. iki ay öncesi annesi için hastanede nöbet tutan eşim iki ay sonra benim için nöbet tutuyordu ......
iki ay sonra doktor kontorlum vardı ve ben hamile kalmayı bekler dururken, ölüme olan yakınlığımdan habersiz eski yaşantıma dönmüştüm. Kontorlde doktordan normal koşullarda hamile kalamayacağımı ögrendim %5 ihtimaldi. Açık olan tüpümden hamile kalabilme ihtimalim yoktu, yaşadığım ikinci şoktu, bu detayı bana daha önce vermemişti, bana "biraz dene sonra tüp yaparız diyordu".... vermediği bir sürü detayla birlikte beni apartopar IVF bölümüne indirdi ve doktorla konuşturdu. IVF deki doktora bunu erken olup olmadığını sordum, durumları sordum çıkarken bana 7 ekim tedaviye başlama zanını verdi ve ben daha tüp bebek olayını ne olduğu anlamadan olayın içine de buldum kendimi önümde düşünmek için iki hafta vardı. Bu sefer hastanedeki tüm tahlil ne var ne yok toplayım aile dostumuz olan doktora tekrar gittik, o güvendimiz ve inandığımız doktorun tavrını hiç unutamam; bana dönüp " yaşadığına şükret ölümden dönmüşsun ve çocugun olmazsa da hiç dert etme bu sana verilmiş ikinci yaşam şansı dedi" sonrada "bana niye gelmedin ben bunu tedavi ederdim" dedi" iyide biz sana geldiğimizde bize bu konuda hiç birşey söylememiştini ki salak " diye bağırasım geldi. Olayın ne kadar önemli olduğunu laparoskobiden sonra ögrenmiştim. Benim tüm hatam endometriosiz kistini öğrendiğim zaman bunun ciddiyetini anlamak istemem ve bu konuda uzmanlaşmış doktora gitmemekti belkide ama hiç bir doktor bu konuda şu uzman ona git demeyeşimdi ve bu arada ayrı ayrı 3 doktora ,2 ayrı hastaneye gitmiştim hepside aynı yaklaşım sergilemişlerdi.
Ruh halim berbattı anne olamaya bilirdim ve ölümden dönmüştüm insanın ölümden döndügünü bilmesi çok garip bir duygu....Apar topar, panik ve endişe ile aynı hastanede tüp bebek tedavisine başlandım, sonuçta beni çok iyi tanıyorlardı hastanedeki geçirdiğim süre boyunca bütün doktorların takibindeydim, başka bir hastane ve doktora gidecek herşeyi baştan yaşayacak enerjim yoktu, ilk başta problemsiz gözle bakılırken bir süre sonra, yumurtalık kistim çıktı ama onun zamanla kaybolocağını söylediler yapılan yumurtlama igneleri sonucunda da yumurta oluşmu cok azdı ve tedavimi iptal etmek istediler hepimizin yaşadığı şeyler işte....

Bu gün ayrı bir doktora gittim ve bana laparoskobiden sonra geçirdiğim efeksiyonun çok ciddi olduğunu genç olduğum için kurtulmuş olacagımı söyledi karın zarı iltahabının çok ciddi birşey oldugunudan başhsetti ve “bundan sonra kesinlikle rahmine bıçak sürdürme” dedi bu sefer masa kalırsın. Bu nasıl bir kabust allahım. Tüplerimin bu enfeksion ve kisten dolayı işlevini yitirdiklerinden bahsetti. Seni nasıl olurda iki ay içinde tüp bebek tedavisine sokarlar dedi hemde yumurtalık kisti varken nasıl yapılır.... hem çok erkendi hemde başka bir kistim daha vardı... ve doktorun söylemesine göre tüp bebek için verilen ilaçlar bu kisti büyütüyormuş Bunu bir gun önce görüştügüm bir başka doktor arkadaşımda söylemişti yani çok erken yapılmış dediler ama ben bunu sormuştum hiç bir doktor dur bekle sonra yaparız demedi biraz vucudun toplasın demedi yaparız ederiz kolay ayagına yattılar..... O hastanedeki hiç bir doktor kızım sen ölüyordun demedi, yada sen çok ciddi bir hastane mikrobu kaptın hem cigerlerin hemde rahmin mahvoldu demedi.... Bunu hastaneden kaynaklı bir virus olduğunu bana bu gün ki doktor söyledi.Bu efeksiyonu kapmak için ya iyi dezafekte olmayan ameliyat ortamın yada kişilerin bu konuda kötü olduması gerekiyordu. Bir yerde ihmalin söz konusu olduğunu söyledi.... Bunları söylerken ölümden dönmüş ben birden kafamda hastaneye ödenen 16 milyarlık fatura beynimde şimşek gibi çaktı tüp bebek için ödediğim ve indirimli fiyat olarak verilen 4 milyar....vs.
Ve doktor bana seni tıp tepmiş dedi, tıbbın sana bir cocuk borcu var.