Translate

29 Aralık 2010 Çarşamba

Kedi de Kedi


Uzun süredir bir kedi almak istiyordum.Eşimin isteksizliği nedeniyle şimdiye kadar bir sonuç alamamıştım. Son günlerde bende bir kedi sevdası, "kedi de kedi" diye tutturdum. Tabi ki eşim her zaman ki isteksizliğini sunduğunda ise koz olarak uzun süredir çok istediği ama benim istemediğim playstation 3 sevdası masaya kondu ve "eğer bana kedi almazsan rüyanda görürsün" cümleleri dilimden dökülü verdi. İyi ki de dökülmüş eşim bir anda U dönüşüyle "hayatım hangi kediyi almak istiyorsun" demeye başladı.
İşte o anda, şimdiye kadar istek şımarıklığı yapan ben, bir anda iş ciddiye binince tırstım. Başladım araştırmaya, kedi bakımı, kedi huyları, kedi beslenmesi... vs. Testler yapıp hangi kedi daha bize uygun? fiyatları nedir? araştırmanın sonu yok zaten.... aktif olarak giden bir kaç grup var. Pet gruplarına üye oldum, Pet shoplara gittim, veterinerlere uğradım. Anlıyacağınız uzun süredir hiç olmadığım kadar kararlı ve istekli, ne istediğim gayet net ortada ( ki benim gib kararsız biri için bu çok ilginç bir durum) 2 aylık, dışı, iran yavru kedi arıyorum. Arıyorum da, kedi fiyatları almış başını gidiyor. İnternette 750 ile 500 arası fiyatlar var.İnanılmaz pahalı. Zaten kediye zor ikna etmişim bir de fiyatla uğraşmak istemiyorum ama bu fiyatta epey uçuk.
Yaptığım tüm bu uğraşlar içerisinde anladım ki kedilerinde şanslıları ve şansızları var. Bir kere sokak kedileri, cins kedilere göre çok şanslı. Çünki herkes onlara yuva arıyor. Buluyorlar mı hiç bilmilemiyorum, ben iran kedisi aradığımdan bunla hiç ilgilenmedim. İran kedileri ise petshop ve bir çok sahibi tarafından kar amacı olarak görülüyor. Bu kediler uysal, sokak istemeyen hatta sokakta yaşayamayacak kadar narin kediler.Bol tüylü olmaları ve yavrularının çook sevimli olması nedeniyle de hediye olarak çok rabet görüyor. İşte bu sebeblerden bu kediler çok para ediyor. Dehşet verici ilanlar okudum. Bir tanesinde adam, evde ki kedilerini askere gideceği için elden çıkarmak istiyordu ve 5 hamile 10 himalayan kedisini ve (bunlar en narın olanları)onlardan olma 20 yavruyu satmak istiyor ve diyor ki evin bir odasında çok rahat yaşıyorlar alın bakın, şöyle satarsınız böyle satarsınız... Neyse sonra baktım ki bu kediler yavru olarak deli fiyatlara alınıyor ama daha bir çoğu bir yıl dolmadan elden çıkarılmak isteniyor sebeb " annem istemiyor", "alerjim varmış", "çocuğumuz olacak" , bu benim en kızdığımdı; kardeşim sen evliysen cocuk olacağı aşikar ne diye kedi aldın.... Daha yavrular seneyi tamamlamadan elden çıkarılmaya çalışılıyor. Bu kedilerin ithalatı da çok yaygın. Kamerondan bana kedi göndermeye çalıştılar. Bir çok petshop ithal kedi alıyor ve bir süre sonra onlarda annelerini yeterince emmedikleri için hasta oluyorlar. Sonra uğraş veterinerlerle... şu son zamanlarda ise kedime arkadaş arıyorum ilanları çok çıkmaya başladı. O da "çoğaltıcam "demenin başka bir formulu herkez çakal anlıyacağınız. Kedi sahipleri bile çogunlukla yavruyu satıyor. Anlıyacağınız öncelik para...
Neyse ben bu kadar uğraşın sonunda anladım ki paraya kıyıp kedi yavrusu alacatım. Benim istekler belli para veremeden olmuyor ama anne sütü emmiş gelişimini tamamlamış olmasıda önemli... 1 ay internet başında sabah akşam ilanlara bakarak geçti, sonunda bir tane veterinerde buldum yeni doğmuş bir yavru, yılbaşından önce benim olacaktı bende bir heyecan, bir keyif anlatamam size ağzım kulaklarımda geziyorum geçen veterineri aradım yavruyu alamamış hala annesini emiyor ve onun ile oynuyordu kıyamadım dedi. Kaldımı benim kedi yeni yıla ....Neyse şurda yeni yıla ne kadaldı. Biraz daha beklemek lazım....

30 Kasım 2010 Salı

DESEM Kİ / Cahit Sıtkı Tarancı

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Mum Alevi ile Oynayan Kedinin Öyküsü / Özdemir Asaf

Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında
O evde bir de kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.

Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.

Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukcasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı..
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.

Kedi, oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
Bir ayrışım görünüyordu
Birinin yanmalarında
Öbürünün oynamalarında.

Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.

Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı.

Bir mum yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.

Mum yandı bitti,
Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde
Suskun uykusuzluklara.

O iki insandan, sonunda
Birinin anılarında kedi,
Birinin dalmalarında mum
Kaldı gitti.

Nerede bir mum yansa şimdi,
Nerede oynasa bir kedi,
Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri..
Bugün dün gibi oluyor,
Dün bugün gibi.
Mum ellerimi tırmalıyor,
Belleğimi yakıyor kedinin elleri.

ÖZLEM / Özdemir Asaf


Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.




Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.

Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.

Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
Güzelce..

İSTANBUL'U DİNLİYORUM / Orhan Veli

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.

ANLATAMIYORUM / Orhan Veli














Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

OTUZBEŞ YAŞ ŞİİRİ / Cahit Sıtkı Tarancı

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI

10 Kasım 2010 Çarşamba

Olumlu Düşüncenin Suya Yansıması

Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli bir şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şey den mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi.Çırak, yaşlı adamın dediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye cevap verdi.usta kıkırdayarak çırağının kolundan tuttu dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bu kez göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak.“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,“Hayır” diye cevapladı çırağı .Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağını yanına oturdu ve şöyle dedi:“Yaşamda ki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır nede çok. Istırabın miktarı aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırabı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sende artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

8 Kasım 2010 Pazartesi

Norveçte Gidilen En Uzak Noktalar


Daha Büyük Haritayı Görüntüle

Vikingler ve Troyların Ülkesi Norveç















İnsan, İstanbul gibi kozmopolitan ve kalabalık bir şehirden Norveç'e gidince; sanki yaşam ve zaman ağırlaşıyor.

Boş sokaklarda telaşsız ve sakin insanları görünce" vay be böyle de bir yaşam varmış" diyorsunuz. Öyle ya biz hep, bir yere yetişmek ve koşturmak durumundayız ve bunu insan seli şeklinde oradan oraya akarak yapıyoruz.

Araştırmalara göre Norveç nüfusu 4.641.500 yani İstanbul’un bir semtine eş :)) 2009 nüfus sayımına göre İstanbul’un nüfusu 12.000.000... kaç Norveç yapıyor acaba? Tabii nüfusun az olması yönetim açısından da, sistem oluşturmak açısından da kolay, okuma oranı yüksek.. Sonuç olarak nüfusun az olması, ülkenin zengin olmasını herşeyde algılayabiliyorsunuz.

İlk günlerde tam benim yaşayacağım yer, kurallara uyan insanlar, sakinlik, tabiat, işte budur diyorsunuz. Diyorsunuz da bir süre sonra sakinlik insana basıyor. İnsan yok, gürültü yok, stres yok, yaşam belirtisi yok, heyecanlı insanlar yok...vs Belki de İstanbul'un 24 saat canlı ve hareketli olmasından , belki de insan selleri arasında dolaşmaya alıştığımızdan..
Sonuçta eminim ki Viyana'dan, Norveç'e giden bir kişi ülkeyi daha farklı yorumlayacaktır.

İş zamanı sokaklarda çocuklu kadınlar ve yaşlılar dışında insanlarla karşılaşamıyorsunuz. İnsanları da bir o kadar sakin. Norveç çocukları da bu sakinlikten nasiplerini almışlar, bebekler pusette uyuyor, çocuklar annelerinin dibinde oturup oyun oynuyor yada yemek yiyorlar. Tarihsel yapısında Vikingleri ve Troy efsanelerini barındıran bir milletin daha canlı olmasını bekliyor insan nedense..? Hemen herkesin bir yada daha fazla köpeği var. En çok karşınıza petshoplar ve spor mağazaları çıkıyor zaten.

16 gün boyunca en kalabalık gördüğüm yer yeğenlerimin okul bahçesiydi bu boşluk aslında insanı biraz ürkütüyor. Her ne kadar kalabalıktan şikayet etsem de beni ürküttü.

Muazzam bir tabiatı ve o tabiatla uyum içinde ahşap evleri var. Evler sanki; bir maketin içine yerleştirilmiş biblolar gibi duryorular. Uyumlu ve hoş.... Genelde insanların tatillerini geçirdikleri dağ evleri varmış ve orada eski usul yaşıyorlarmış. Suyu dışardan taşıyorlar, soba yada şömine yakıyorlarmış. Bunları duyunca “teknolojik yaşamaya ne kadar çok alışmışız” diye geçti aklımdan. İyi de canım eve su tesisatı kurdurmak varken su taşımak niye? Çok mu modern yaşamaya alıştık acaba. Bilgisayar ve cep telefonlarımızdan kopamayışımız belki de bu yüzdendir.

Trafik diye birşey yok, insan olmadığı için ama es kaza karşıya geçsem mi diye düşüyorsanız. Geçecek araba birden duruyor ve siz karşıya geçeyim bari diyorsunuz. Bu bizim için çooook yabancı bir duygu, yaya şöfore geç demezse araç bekliyor geçinceye kadar:)))

Gece ile gündüz arasında ciddi ısı farkı var. Tabi bu bizim pek alışık olmadığımız bir durum. Hava kapalı olduğunda tabiatın bile canlandıramadığı bir ruh haline giriyor insan. Oranın gri havası bi farklı. Benim gittiğim zaman da güneş yandan yandan doğup batıyordu.

İnsanlar inanılmaz sade, genelde rahat kıyafetlerle , sıfır makyaj , nerdeyse sıfır takı ...
İnsanlar sürekli spor yapıyorrlar ve spor yapan insanlarla her yerde karşılaşmanız mümkün. Hiç şişman insan görmedim desem:(( şaşırılmaz herhalde...

Birbirinden ilginç tipler görmeye o kadar alışmışım ki orda ki insalar pek sade geldiler bana:)) kültür olarak şaşaya pek meraklıyız ya orda bu yok. Tabii insanlar gösterişe meraklı olmadığı içinde moda diye birşey sanırım orda yok. Burdaki markaları orda bulmanız mümkün. Yada burda daha çok şey bulmanız daha mümkün hem tekstil hem mobilya anlamında. Mobilyalar olabildiğince naturel, sade ve pastel tonlarında.

Norveçteki çiçekciler işte onlar çook güzeller...O kadar güzeller ki tabloya bakar gibi oluyor insanlar. Çicekçilerin önünden geçerken zaten çiçek kokuları sizi alıp götürüyor.

Marketlerden çıkan herkesin elinde bir buket çiçek buluyorsunuz.

Her yerde müze bulmanız mümkün tabi açıksa:))

Müzeler sadece iki saat açık olduğu için günde sadece bir müze gezebiliyorsunuz. Anladığım kadarıyla orda sezon Haziran - Eylül arasında olduğu için diğer dönemlerde sezonu kapatıyorlar. Tur bulamıyorsunuz, müze gezemiyorsunuz:)) Ekim ayının ilk haftası kar yağarmış ama benim şansıma hava genelde güneşliydi. Sonbaharın sonları tabiatın binbir rengi güzel bir göz ziyafet yaptım.

Alışveriş merkezleri 22:00'de kapanıyor. Dükkanlarsa 17:00 de, müzeler genelde 12:00 ile 15:00 arası açık. Pazar günleri ise gezmeye gittiğinizde aç kalmanız mümkün her yer kapalıymış bir çiçekçiler acık dedi kardeşim. En güzel olansa, insanlar perşembeye kadar çalışıyorlar süper değil mi? Genelde yaşam saat 5:00 de başlamış oluyormuş ve insanlar hafta ortası bir iki saat fazla çalışıp cuma izin yapabiliyorlarmış. Eniştemin şirketinde bir arkadaşı senelik iznin bittiğini o yüzden biraz fazla çalışıp izin kullanmaya başlayacağını söylemiş.

Bizim görmeye alıştığımız gibi bir restorant furyası orda yok. Her köşe başında bir restorant yada fast food malesef yok. Hayat oldukça pahalı, gerçi millet zengin bize pahalı :) Orda en şaşırdığım şey Mc Donalds'ın en pahalı fastfoot olması. Bizde almayanı dövüyorlar. Eğer siparişi alıp eve gidersen en ucuz, restorantta yersen biraz daha pahalı eve sipariş edersen kazık....:))) Yani fast food ve eve sipariş sistemi orda işlemiyor. Genelde fırın ve pastaneler var ve insanlar orda sandviç yada ona benzer şeyler yiyorlar. Kültür sanırım sandviç üzerine kurulu, her yerde hızlı sandviç yapımına yönelik malzemeler var:)) Burda olmayan ne var derseniz gerçek deniz ürünleri, aklınıza gelebilecek her çeşit ve boyda, kabuklu, kabuksuz, Et ve balık reyonları bizin markettekilerin 3 katı falan, benim gittiğim yerlerde öyledi. Etin her çeşit, balığın her çeşidi...

16 gün su gibi akıp geçti. Arkasında yeğenlerimle hoş anılar, onların gülüşü ve kardeşimin sıcaklığı kaldı. Dönüş zamanı, her zaman benim yaşadığım; yeri doldurulması zor bir yalnızlık duygusuyla, kardeşimi havalimanında bırakıp uçağa bindim. Yanımda onlardan kalan bir kaç resim, bir kaç broşur ve bolca göz yaşıydı. Birde araya 4 saatlık uzaklık ekleyince ağla dur.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Norveçten Akılda Kalan Muzzam Manzaralar...


Bjørnepark _ Fla


Oslo Fla arasında ki yoldan görüntü

Kalvoya _ Baerum

Oslo'ya tepeden Bakış
Holmenkellen


Baerums Verk

Vigeland Park_Oslo

Drobak Sahili

1 Kasım 2010 Pazartesi

Norveç Oslo Merkez





Hayat bekleyişlerle dolu...
Gidenler gelenler ile geçiyor ömürümüz,
Yada bekleyişler ile uzaktakilerin özlemiyle...
Kaybedilen zamanlar daha bi koyuyor insana...
Kendini; ada gibi hissediyor insan, yanız ve bekleyişte...
Beklenenler coğu zaman deyişmekle birlikte, hep aynı şeyler dönüp duruyor yürekte
Bazen bir bebeğin gülüşünü beklerken
Bazen uzaktaki sevdiklerimi bekliyorum
Bazen hayatın içinde kaybolanları görüp kıskanıyor,
Bazen kendi hayatıma mutlu oluyorum ama
Hep bekleyiş, hep gidenler, hep gelenler,
Bir soluklanıp gidenler ve bıraktıkları acılar
Eskiden bir mektup 6 ayda gidermiş, gideceği yere
Şimdi öyle mi ya ama genede özlemleri dindirmeye yetmiyor işte

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Haftasonu Balkon Operasyonu:)



Uzun süredir aklımda balkonda ki masayı boyamak vardı. Ahşap Boyama kursunda çok eğlenmiştim ve o kadar keyifli yapmıştım ki herşeyi..

Hani derler ya sevdiğin şeyi yaparsan hayatta başarılı olursun diye benim yapmam gereken şeyde sanırım bu eskileri boyamak ve yeni birşey ortaya çıkarmak şimdi ise neden zamanında iç mimari okumadım ki diyorum. Gerçi bende iç mimar olacak potansiyel varmı onuda bilmiyor. İşte bu haftasonu bu projemi gündeme getirdim boyamaya başladıktan sonra aklıma geldi, resimleri çekip bloga koymak işte balkon da ki değişim:))

Balkonumuz hizmete açılmıştır:)


Eski masayı yeşile boyadıktan sonra motif çalışması 2.Aşama:






Eskitmeyle son durum 3.Aşama:

Hızımı alamayıp duvarlara geçtim bir bahçede oturuyormuşum gibi hissetmek istedim

Duvarlarda fena olmad:)


9 Mart 2010 Salı

Çıtır Kızlar İlk Buluşma...


Dış Gebelik olayından sonra gene dernek sitesine yoğun bir şekilde girmeye başlamıştım. Sonuçta beni onlardan başka kim tam olarak anlıyabilirdi ki...
Ancak tanıdığım kimse kalmamış ben aynı konuları görmekten bıkkın... Neyse, bir hesapladım ki yaş olmuş 35 "AMANINNNNNNN... gerçekten olmuş mu o kadar?" diye düşünmeden edemedim. Bir baktım Gruplar içerisinde 35 yaş ve üstü bir grup var hemen takip etmeye başkadım. Nede olsa bu konuda en tecrübelilerin platformuydu:)))

Grup bana pek iyi geldi. Sürekli aynı şeyleri yaşamış olmanın verdi olgunlukla grupta muhabet almış başını gidiyor. Başladık yazışmalara benim 3. tedaviye başlama sürecime denk geliyor nerdeyse, hep arka arkaya tedavilere girip hüsranla çıktık gene:((

Birmizin başarısızlığı diğerini etkiledi ve şuan hepimiz nerdeyse kendi dünyamıza dalmış durumdayız. Sanki bu konuyu düşünmesen konu seni bırakıyor gibi...

Neyse biz tedavilerden önce buluşmaya karar verdik. Bir arkadaşımız yurtdışına evine dönücekti ve o gün bir toplantı ayarlanmıştı. Herkes benden daha eski daha samimi neyse "ben de gideyim değişiklik olur" diyip gittim. Sıkılma ihtimaline karşıda" bir bahane uydurur "kaçarım dedim. Sonuçta kimseyi tanımıyordum. Koşuyolunda buluştuk. Herkes tahmin ettiğimden daha tatlıydı. Bir kafeye gidip uzun uzun sohbet ettik sanki kırk yıllık arkadaşlarmış gibi ve o günümüm inanılmaz güzel geçti ve sanırım hepimiz için öyledi. Bir grup eve erken dönsede üç kişi birbirimizden hiç ayrılamadık. Kalktık Sultanahmete gittik orda yemek yedik, tatlıcıda kahve içtik ve hep beraber akşamı ettik. Ben eve erken gelmeyi bırak gece 10'da geldim eşim hayretler içerisinde hani "erken gelecektin" dedi. Bense "ama çok eğlendim" dedim.
Geçenlerde birine "İnsan bu konuda tanıştığı kimseyi pek kafasından atamıyor" gibi bir cümle kurmuştum bu gerçekten doğruymuş:)))

Bu yazının üzerinden nerdeyse bir sene geçti. Yurtdışında ki arkadaşımız yeni tedaviye girdi. Gene toplandık , kimimiz ilk randevuye, kimimiz yumurta toplamaya, kimimiz ise transferine yetişebilmiştik. Ben ilk işlemine ve son işleme yetişebilmiştim. Ben Reiki verdim diğerleri olumlu olsun diye mor renkte giyindiler. Herkes bu bebeği çook istiyor ve hayaller kuruyor. İnsallah bu sefer olacak, inanıyorum, umut ediyorum.

Bıraktığımız yerden arkadaşlığımız daha da güçlenmiş şekilde devam ediyordu ve bizler her ne kadar sık görüşemezsekte hala bir aradaydık:))


1 Mart 2010 Pazartesi

İşte bir başarı hikayesi daha...

Orhan beyle tesadüf eseri tanışmıştık, anlattıkları bana umut olmuştu umarım okuyanlara da olur. İşte Orhan beyin hikayesi;
O günde bahsettigim gibi, bizim Ciderle tanismamiz 2006 sonlarinda filan oldu. Akranimiz olan bircok cifte benzer sekilde, sanki her istenince cocuk olabilirmis gibi sacma bir özgüven (yada bilgisizlikle) bir iki yil hic düsünmedik cocuk konusunu . Sonra esimin doktorasini tamamlamasi icin erteledik. Ondan sonra yurtdisinda is imkani cikinca bu firsati degerlendirelim diye bekledik. 2005 yilinda birde baktik ki yillar gecmis. Bebek sahibi olmaya karar verip bir yila yakin bir süre sonra hic bir belirti olmayinca doktora gittik. Biz dogrudan, cocuk sahibi olamayan ciftlerin basvurdugu, almancasi Kinderwunschzentrum olan ve Cocuk Istegi Merkezi anlamina gelen bir klinige gittik. Daha ilk hormon testlerinden sonra doktorumuz esimde menopoz belirtisi tespit etti. Esimin annesinde de erken menopoz oldugu icin bu olasilik bilimsel olarak vardi ama biz hic düsünmemistik bunu. Iki hafta arayla yapilan hormon testlerinde o kadar hizli düsüs oldu ki tam bir erken menopoz örnegiydi. Hemen tedaviye basladik. Ilk tedavide onca igneye ilaca ragmen yumurta hücreleri gerekli büyüklüge ulasmadi. Bu sirada esim formaldehit vs... kimyasallarla calismasi gerektigi icin isine devam etmek istemedi ve istifa etti. 2006 yilinin sonu ve 2007 yilinda devam eden diger iki IVF denemesinde ise olgunlasan yumurtalarin icinde hücre cikmadigi icin maalesef asilama safhasina bile gelemedik. Ücüncü IVF denemesinden sonra doktorumuz bize, evlat edinme ve yumurta donör yontemlerinden bahsetti. Bunlarda belli bir sürec gerektirdigi icin simdiden düsünmeye baslamanizda yarar var dedi. Almanyada donasyon yasal degil, bu durumdaki kisileri Ispanyaya yönlendiriyorlar cogunlukla...

Sizinde yasayip bildiginiz gibi bu sürec, sürekli dogru yanlis bircok kaynakta bilgi edinmeye calismakla gecen yipratici bir sürec. Bunlar devam ederken esim alternatif tip (bazen ayni zamanda doktor olan, bu konuda uzmanlasmis kisilerin hazirladigi bitkisel ilaclar) , ve ayak refleks bölgeleri (foot reflexology massage) denen bir masaj yöntemi denedi. Ilk denemede bu ayak masajinin kendisini cok rahatlattigini görünce devam etti. 2007 Agustos ayinda Türkiyeye izine geldik. Ankarada bir tüp bebek merkezine gittik. Buradaki testlerde benim sperm sayi ve kalitesini Almanyadaki testlerin cok altinda tespit ettiler. Ayrica esimde miyom gözlendigini belirttiler. Sonucta bize 3, 4 gün icerisinde baslayabilecegimiz yeni bir IVF takvimi cikardilar. Disari cikip bir cay bahcesinde esimle ne yapacagimizi düsündük. Dedim ki "iznimizin bitmesine 2 hafta var, ya izni uzatip bu tedaviye baslayacagiz ve sonunda belki yine üzgün ve yorgun olarak Almanyaya dönecegiz, ya da kalan tatili basbasa dinlenerek gecirecegiz ve baska bir deneme icin daha sonra özel olarak gelecegiz." Ikincisinde karar kilip daha önce hic yapmadigimiz bir "hersey dahil" tatile ciktik. Sehri bile gezmeden aksama kadar, havuz, deniz, dag, orman ve yemek salonu arasinda dolandik. Almanyaya dönmeden 3 gün önce annemlerde otururken annemin dirsegi esimin gögsüne carpmis, esiminde cani yaninca annem (durumdan haberi yoktu kimsenin) "belki hamilesindir" deyip saglik ocagina gitme konusunda israr ediyor (esim icin ayri bir üzüntü tabii bu tür konusmalar, ne birsey söyleyebiliyorsunuz, ne gitmek istiyorsunuz, esim de neyse gönlü olsun demis, ücümüz yollandik bir dispansere. Ben beklentim olmadigi icin mutfak ihtiyacini almaya markete gittim. Bir süre sonra telefonum caldi, esim "babasi biz ciktik, neredesin, geliyormusun" dediginde ne tepki verecegimi bilemedim. Su anda 21 aylik bir kizimiz var, belki de o miyom bizim kizimizmis.

Benim cok daha uzatmadan söylemek istediklerim sunlar;
1. Insan daha deneyimli insanlar ne anlatirsa anlatsin, maalesef kendi bildigini okuyor. Belki herseyi kendisi yasamasi gerekiyor. Ama bana fikrimi soran olsa sunu derim: Eger bir gün cocuk sahibi olmak istiyorsaniz ertelemeyin. Cocuk ne kariyere engel, ne gezmeye tozmaya...Sartlar hic bir zaman mükemmel olmuyor, o sartlarin olusmasini beklemek baska riskler getirebiliyor.
2. Size "kesin olarak hersey bitti" dendiginde bile umut olabiliyor. Ve eger olacaksa, her kosulda oluyor. Bizim bebegimiz biz farketmeden anne rahmine tutunduktan sonra ucak yolculugu, bir kac bin kilometre araba yolculugu, sarsici aktiviteler (denizde muza binmek gibi), annesinin, nedeni anlasilamayan ve düsmeyen atesi nedeniyle novalgin igneler, serumlar, cesitli ilaclar gibi onu atmaya calisan bir sürü seye ragmen tutundu oraya sükürler olsun.
3. Dispanserde 8 haftalik oldugu görülen bir ceninin 10 gün önce tüp bebek merkezinde nasil gözden kactigini bilmiyorum, anlamiyorum. Ya tedaviye baslayalim deseydik?